22 Şubat 2014 Cumartesi

Ukrayna neden Maidan'larda

Ukrayna'da neler olduğunu herkese ayrı ayrı anlatmaktan yoruldum, buraya yazmaya karar verdim. İşte bana göre, Ukrayna'da neler oluyor. Vardır elbet meraklısı...

Nasıl ki Gezi'yi "kesilen 3-5 ağaca tepki" şeklinde açıklamak mümkün değil ise, Maidan protestoları için de: "Ukraynalılar, Cumhurbaşkanları Avrupa Birliği ticari ortaklık anlaşmasını imzalamayı reddettiği için meydanlarda" demek benzer derecede mümkün değildir. Peki gerçekten neden meydanlarda bu ülkelerinde şiddet olaylarıyla karşılaşmaya hiç de alışık olmayan insanlar? Sorunun cevabı oldukça tanıdık: Yolsuzluk ve  hayatın her yerinde karşılarına çıkan rüşvetin bitirilmesini istedikleri için, oligarklar tarafından yönetilmek istemedikleri için,  haksız yere hapsedilen yüzlerce gazeteci ve muhalifin serbest bırakılmasını istedikleri için meydandalar. Emekli maaşlarının 300-400 lira civarı olduğu ülkede aşırı lüks araçların sahiplerine, bu paranın kaynağının sorulmasını  istiyorlar, her gün güncellenen anayasayla özgürlüklerinin ellerinden çekip alınmasına dur demek istiyorlar, kısacası diktatörlüğe hayır, insanca yaşamaya evet diyorlar. İşte yılların birikimiyle ağzına kadar dolan sabır kovalarının taşması, Yanukoviç'in AB ticari ortaklık anlaşmasını imzalayacağını söylemesine rağmen, 3 gün kala imzalamaktan vazgeçtiği 21 Kasım 2013'e tekabül ediyor.

Herkes öfkeli, herkes birşeyler yapmak, Yanukoviç'i imzaya ikna etmek istiyor. Ortadoğu'dan dünyanın bir çok ülkesine, en son da güney komşuları Türkiye'ye sıçrayan isyanlar, onlara cesaret veriyor ve Afgan asıllı Ukraynalı bir gazeteci halkı sokağa çağırıyor. İnternette ilgi görse de ilk gün 100'ü geçmiyor gelenlerin sayısı. Ertesi gün bir kamyonet tepesine küçük bir sahne kuruluyor, muhalefetten birkaç temsilci yanlarında Afgan Savaşı veteranları, önlerindeki 300 kadar kişiye sesleniyor: "Sayımız az olabilir, ama ben burada Ukrayna'nın en kararlı insanlarını görüyorum. Sizin sayenizde yarın 100.000 olacağız, haydi eller smartfonlara".  Ertesi akşam aynı saatlerde toplanan insan sayısı 500'ü geçmiyor. Ellerde Ukrayna ve AB bayrakları, dillerde "Ukrayna Avrupadır" sloganları. Savaş gazileri büyük alkışlarla çıkıyor sahneye. Geçmişten bahsediyorlar dünü bilmeyen gençlere. Yaşlılığın verdiği donuklukları ortamdaki heyecanı dindiriyor. Konuşurken takıldıklarında: "Slava Ukraini" (zafer Ukrayna'nın) diye bağırıyor biri diğer mikrofondan. İrkilen gençlerin cevabı net " Geroyam Slava" (zafer kahramanların). "Slava Natsii" (zafer milletindir) diye devam ediyor gençlerin desteğiyle daha da motive olan konuşmacı. "Smert Vragam" (düşmanlara ölüm) diye patlatıyor cevabı gençler. Bu ritüel her konuşma öncesi ve sonrasında tekrarlanıyor, insanları birbirine daha da yakınlaşırıyor.

Günler geçiyor, ama meydana çıkan insan sayısında pek bir artış olmuyor. Turuncu devrimin iki numaralı kahramanı, Ruslana giriyor devreye Zeyna kıyafetleriyle. Polisin bu zamana kadar hiç bir müdahalesi yok, onlar da eşlik ediyor şarkılara. Sabrı taşmak üzere olan insanları kitleler halinde dışarı çıkarabilecek şey nedir? Tabi ki Polis jopu gören masum protestocu! Ve Ukrayna'daki protestoların ilk kırılma noktası 30 Kasımda geliyor: Yılbaşı ağacının kurulması amacıyla meydanı boşaltmaları istenen halk bunu reddedince, Ukrayna çevik kuvveti (Berkut) 30-40 kadar öğrenciyi  kafa yarmalı ama ağır yarasız jopluyor. Daha bilindik tabirle, biraz dayak yiyorlar yani. Meydandan kaçanlar meydanın, 5-6 yüz metre yukarısındaki Mihailovskiy Katedrali'ne sığınıyorlar ilk defa polis şiddeti gören Ukraynalı hızıyla. Katedral yetkilileri kapıları hiç düşünmeden açıyor ve başlıyor çanlar çalınmaya! Çanların kimin için çalındığı gayet açık. Kilisenin hemen yanında iç ve dış işleri bakanlıkları var. Açıkça mesaj veriyorlar: "Yanlış yapıyorsunuz!" Şiddet haberleri çabuk yayılıyor ve insanlar Özgürük Meydanı'nın hemen yukarısındaki bu diğer meydana toplanmaya başlıyorlar. Ukrayna'da birbirine yakın  o kadar çok meydan var ki, karşılıklı iki meydana iki kale kurup, kaleden kaleye oynamak mümkün. Revir kuruluyor, yaralar sarılıyor, ateşler yakılıyor, yemekler pişiyor, görev bölümü daha internette yapılıp da geliniyor ve Mihailovskiy kilisesi çalıyor çanlarını sabaha kadar. Kimi papazın vaazını dinliyor, kimi karnını doyuruyor, kimi çaktırmadan kenarda piizleniyor. Arabalarıyla gelenler, konvoy halinde meydanı turluyorlar. (Bu turlamalar, sonraları Euromaidan protestolarına önemli katkılar yapan "Automaidan" hareketine dönüştü) Kornalar, şarkılar, davullar, her şey olması gerektiği gibi, her şey samimi. Ortamdaki tek sevimsiz şey, her ortama ayak uydurabilen, ateş yanında olduğu sürece her hava koşulunda, herhangi bir ısıda hızla türeyebilen  ateş başı gitarcıları. İlk gününden beri içinde bulunduğum Euromaidan protestolarının  gönülden desteklediğim ve herşeyin olması gerektiği gibi olduğu tek gündü 30 Kasım! Her ne kadar vatandaşı olmasam da, yıllardır parçası olduğum Ukrayna adına, Ukraynalılar kadar sevindim o gün. İnsanlar artık Avrupa için değil, "diktatörlüğe hayır" demek için sokaktaydılar.
Çan kulesinde eylem keyfi.
Atmosfer muazzamdı, hele ki tepeden! Dayanışma içindeki üzgün ama umutlu binlerce insan, o güne özgü olarak yasak olmasına rağmen büyük diller döküp de papaz efendinin özel izniyle çıkılan çan kulesinden izlenir!

Ertesi gün, polisin işgal ettiği meydanda çıt çıkmıyordu. Koca meydanda polis haricinde 30 kadar adam vardı. Polisin etrafında dolaşan gençler ürkek ve temkinliydi. Yaşlarına gösterilen saygıdan faydalanan yaşlılar polisin etrafını sarmış. Yaşlı bir teyze toplu taşıma araçlarında yer ister gibi kendinden emin;

"Utanmadınız mı gencecik çocukları dövmeye?" diye çıkışıyor.

Onlar haricinde polisle konuşmaya cesaret edebilen tek kişi yine tanıdık biri, savaşçı prensesimiz Ruslana:

"Sizi burada şarkı söylememiz mi rahatsız etti, ondan mı saldırdınız üzerimize düşmana saldırır gibi?"

Polisler sessiz, durgun biraz da üzgün gözüküyorlar. Zaten o günün akşamında meydanı terk ediyorlar, ağacın kurulumunun bitmesini bile beklemeden. Ajdar için şarkı söylemek ne kadar önemliyse, o ağaç da Ukrayna için o kadar önemli. Yüksekliği 50-60 metre civarında.
O gün üst meydandaki protestocular, ana meydana iniyorlar. Orada sabahlıyorlar. Bir gün sonra meydana gittiğimde karşılaştığım manzara şaşırtıcı! Meydan çadırlarla dolu. On metrede bir ateş yanan fıçılar, portatif tuvaletler, pişen yemek ve çay sıraları, odun yığınları, dev bir sahne, hiç durmayan bir hareketlilik ve hem yapım hızını hem de sebebini kafamın almadığı barikatlar!

Barikat içine giriş ve çıkışlar belli kapılardan yapılıyor. İçeride gezdikçe gözlerime inanamıyorum. Meydan yönetim merkezi kurulmuş, gönüllü kayıt çadırları, Meydan SOS, kütüphane, tıbbi yardım çadırı, kıyafet yardımı, ne ararsan var! Başka bi ülke gibi içerisi. Metroya doğru yürüyorum, metronun her gün girdiğim girişini bir çadır kapatmış. Diğerine giden kısa yol başka bir çadır tarafından kapatılmış. Labirent gibi, çadırların arasından yolumu bulup diğer girişe gidiyorum, kapalı. geç de kalmışım, sinirleniyorum ve sonunda ancak birine sorup buluyorum girişi. Neyse, gideceğim yere gidiyorum.

Gün içinde tekrar meydanda şaşkın şaşkın gezerken, ileriden  bağırış sesleri geliyor, kapı girişinde birileri tartışıyor. Yaka kartlı, sonradan meydanın "güvenlik görevlileri"nden biri olduğunu anladığım biri, bir sarhoşla tartışıyor. Adam içeri girmek istiyor, güvenlik görevlisi almıyor. "Provokasyona yer yok burada" diyor.

Adam:

-Ne provakasyonu kardeşim, gidip konser dinliycem işte orada.

Güvenlik:

-Yok, ayılınca dinlersin.

Sesleri biraz yükselince birkaç güvenlik daha geliyor, neticede sarhoş girmekten vazgeçiyor.

Ne kadar takdir edilesi değil mi? Sarhoşlar içeri alınmayacak, böylece hiç olay çıkmamış olacak. Sadece sarhoşlar mı? Serseri tipliler, polisler, provakatöre benzetilenler... Kısacası kapıdaki görevli şüpheli gördüklerini içeri almama hakkına sahip. Harika fikir! Biz niye bunu düşünmedik ki Gezi'de? Biz bunu düşünmedik, çünkü bu bok gibi bir fikir. Restorana adam mı almıyorsun ulan tipine bakıp? Meydan orası!

Adam diyor ki:

 -E geçen gün orada dayağı  yiyen bendim, siz yoktunuz, bugün nereden peydah oldunuz da beni içeri almıyorsunuz?

 Güvenlik(!) görevlileri adama faza uzatmamasını öğütleyip yolluyorlar.

Şimdii...

Eğer gerçekten sivil protesto yapmaksa amacın, sarhoşa da, provakatöre de, kavgaya da katlanmasını bileceksin! Eğer ille de bir kontrol mekanizması gerekiyorsa, bırak içeridekiler koysunlar tepkilerini, onlar konuşsunlar, onlar kınasınlar, halk için de iyi bir test olur bu. Eğer sorun çıkaran, ortamın ruhuna aykırı hareket eden birine halk doğru tepkiyi, doğru ölçüde, doğru zamanda koyamıyorsa, o halk hiç devrim yapma sevdasına düşmesin zaten! Daha ilk günden tadında bırakıp, dağılsınlar evlere. Bırak insanlar kim olurlarsa olsunlar, kendi sorunlarını kendi aralarında halletme fırsatı bulsunlar, daha iyi tanısınlar birbirlerini. Zaten çadırlar kurulmuş, herkes kalıcı, bol bol zamanları olacak bunun için. O kadar acayip birşey ki, insanlar polisten dayak yiyor deyip sokaklara çıkıyorsun, daha ilk günden kendi polisini yaratıyorsun.

İşte bu dostlarım;

Bu protestolarda bazı şeylere yanlış başlandığını gösteren; benim ilk andan itibaren kabullenemediğim; bunu çevremdeki herkese her fırsatta söylememe rağmen, kimseye garip gelmeyen, gereksiz yere abarttığım düşünülen ve daha ilk günden içerideki herkesçe kabul gören ilk hataydı bana göre.

İnsanların özgürlükleri adına sokağa çıkma özgürlüklerinin, Özgürlük Meydanı'nı saran kafeslerin kapılarındaki bir kaç zırtapozun inisiyatifine bağlandığının göstergesiydi bu!

Devamı içün sayfayı çeviriniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder